3 Nisan 2012 Salı

Şimdi ve Sonra



¨şu kütüphaneye özenle yerleştirdiğim kitapları satılığa çıkarıp elmamdan bir ısırık daha aldığım gün, geceyi sabaha bağlayan ne varsa söküp atacağım!¨ diyor kadın; gözlerini kısarak, bıkkın. aynı kadın; güneşin içine işlediği bir ağustos ayı öğleden sonrası kendi kendine şunları söyleyecek daha sonra: ¨gün hiç bitmesin istiyorum. hatta çocuğum olursa adını Gün koyacağım. evet, kesinlikle.¨ olabildiğine salak olmanın değerini, hafifçe inip kalkan bir tümseğin üzerine başını yasladığında tadabilecek.aylar sonra gireceği bir alkol koması sonrası yaşayacağı hafıza kaybına kadar da bu değerle yaşayacak. çok kızacak, küsecek, çok zaman sonra affedecek.

ama daha değil, şimdi değil.

şimdi: yürüyorsun. yağmurun yağışını yerdeki su birikintilerinden göğü izleyebileceğini düşünerek seviyorsun. çünkü sen bir tanıdığa rastlama ihtimalini en aza indireceğin sokaklardan, başın eğik geçiyorsun. etraftaki insanları garip bir merak ve alayla incelediğin anlaşılmasın diye çatıp kaşlarını, donuk bir ifade takınıyorsun. her sabah; neden devam etmek zorunda olduğun sorusuyla savaşıp, aynı sabahın gecesinde ertesi gün uyanabilmek için kendini kandırıyorsun. birilerinin hayatına dokunduğun her anın bir minnet ve acıma duygusu eseri olduğunu biliyorsun ve yine aynı sebepten, insanlara söylediğin büyüklü küçüklü yalanların utancını asla yaşamıyorsun. yirmi iki yaşındasın, şimdi sadece derse gidiyorsun.

sonra: hınçla kapattığın kapının tokmağı bir kez de kendi ivmesiyle vuruyor kapıya. olup bitenden bihaber kapı, sebebini bilmediği şamarların etkisiyle bir saniye kadar titreyip susuyor. üzerindeki fazlalıkları odanın dört bir yanına fırlatıyorsun sırasıyla. mont yatağın köşesine, çanta bilgisayar masası altına saklanıyor. bu denli bir yorgunluğu hak etmediğine eminsin. kendini de yatağa attıktan sonra, atılmadık bir dünden biriken çöp poşeti kalıyor geriye. gözlerin kapalı, ağlayıp ağlayamayacağını yokluyorsun. esnemeyle karışık, bir damla gözyaşını yanağından aşağı yuvarlayıp, tavanı izlemeye koyuluyorsun. az sonra boğazında biriken basıncın etkisiyle yerinden fırlıyorsun derin bir nefes alarak. bir süredir bu tip durumlarda farkında olmadan nefesini tuttuğunu, bunun dakikalarca sürebildiğini ve bu atağın insanı süründüren sonuçlar yaratabileceğini biliyorsun. yataktan kalkıp kitaplığa, malum kitaplardan yardım aramaya koşuyorsun. sen tüm bunları yaparken kedi, bir köşeden seni izlesin istiyorsun ama kıçını sana dönmüş uyuyor gerizekalı. okumaya başlıyorsun.

¨Kendimizden kurtulamadığımız zaman, kendimizi yiyip bitirmenin tadını çıkarırız...melankoli egoizmin düş halidir: Kendinin dışında artık hiçbir nesne, hiçbir sevgi ya da hiçbir nefret sebebi yoktur, durgun çirkefe aynı şekilde düşüş, cehennemsiz bir lânetlinin o aynı ters dönüşü, telef olma ateşinin o aynı tekrarları vardır. Hüzün derme çatma bir çerçeveyle yetinir; melankoliye ise, asık suratlı ve buharlı lütfunu, sınırları belirsiz olan ve iyileşmekten korktuğu için dağılmasına ve dalgalanmasına bir sınır konmasından çekinen derdini saçmak için bir mekân sefahati, bir sonsuzluk manzarası gerekir. İzzetinefsin en tuhaf çiçeği olan melankoli, kendi usaresini ve bütün zayıflıklarının diriliğini tükettiği zehirlerin ortasında serpilip yetişir. Kendini yozlaştıranla beslenerek, kulağa hoş gelen isminin ardında, Mağlubiyet Kibri'ni ve Kendine Acıma'yı gizler...¨ *


Gün'ün selameti üzerinize aysın.


* E.M. Cioran, Çürümenin Kitabı, s.103, Metis Yayınevi, İstanbul, 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder