30 Nisan 2011 Cumartesi

TÜR 152 - Max Stirner

ben geceleri uyumuyorum arkaaş. uyuyamıyorum değil, bilinçli olarak uyumamayı seçiyorum. geceyle aramdaki münasebeti zedeleyecek hiçbir gündüz aktivitesinde zerre gözüm yok. yalnız, okuduğum bölümün "devam zorunluluğu" yönetmeliklerle filan belgelendiğinden -dönemlik toplam ders saatinin yüzde otuzundan fazla devamsızlık yapılırsa söz konusu dersten kalınacağı yönünde gayet net ve bürokraktik bi dille açıklama yapmışlar sağolsunlar.- sabahları ekseriyetle erken kalkmak durumundayım. lakin ki gece uyumayan bünyemi sabah okula sürüklemek her daim mümkün olmuyor. hal böyleyken bütün derslerin kalma eşiği'nde seyrediyorum.

sabahın dokuzunda dersine girmekle yükümlü olduğum, pek muhterem, nuh nebii'den bu yana aramızda olduğunu düşündüğüm, memureler memuresi türkçe hocam geçen hafta bi güzellik yaptı ve eğer sınıfa herhangi bir şeyi ya da herhangi birini tanıtan bir konuşma hazırlarsam beni devamsızlıktan bırakmayacağını söyledi.
verilen şansa kanaat edip canhıraş bi konuşma hazırlığına mı girişeyim, yoksa salı sabahlarımı top yekün boşaltayım mı bilemedim. vize notumun sınıf ortalamasının üstünde oluşu sebebiyle vazgeçtim aylaklıktan ve hem beni hem hocayı tatmin edecek bi konuşma hazırlamaya başladım. 

başlıktan da anlaşılacağı üzere Max amcayı seçtim bu iş için. 'sistemi sistemin tam göbeğinden eleştiriyormuşcasına' okanbayülgenvari bi duruşla da değil, sırf bana lütfedip ödev veren hocayı sabahın bi köründe, hiç duymak istemeyeceği/ duymayı kaldıramayacağı cümlelere maruz bırakmak, sınıftaki sabah mahmurluğunun yerini "ne diyor lan bu adam?" a çevirmek için hazırladım konuşmamı. çoeğlendim bunu yaparken çoo. 

konuşmayı yapacağım sabah, derse giderken "lan." dedim "peşkeş çekme şu güzelim herifi lanetolası erdemli, prensipli, inançlı insanlara..yapma konuşmayı. kal lan. yemişim dersini." ben konuşmamı yaparken suratlarının alacağı ifadeyi görmek için o kadar heyecanlanmıştım ki, meseleyi zerre anlamayıp sonrasında saldırıya geçecekleri aklıma gelmemişti. el mecbur kalktım, yaptım konuşmamı. en sonda da Max Stirner' in insanlığa mektubu' nu okudum. kafamı kaldırıp bakmak istemedim günlerce düşlediğim manzaraya. bitsin istiyordum. okudukça hak veriyor, onarılmaz bi pişmanlık ve karamsarlığa gömülüyordum. lanet olsun'du.. haklıydı Max.
haklı çıkmıştım ben de. konuşma bitti. kalktım yerime geçiyordum ki, memureler memuresi durdurdu beni. "dur bakalım genç bayan, sorularımızı yanıtlayacaksın." dedi

bu kadar kötü eleştiri almış bir adamı anlatmayı seçme sebebimden tutun da, saldırdığı değerler, hele ki her şeyin ötesinde tanrıya "dil uzatıyor" oluşuna kadar her cümlesi eleştirildi sınıfın çoğunluğu tarafından. tabir yerindeyse bok atmadıkları yeri kalmadı. gülümseyerek izledim. kafalarında oluşacak soru işaretinde değildim elbet, rahatsız olmalarını da istiyordum çok (bi bakıma başarmıştım) ama bu durumdan kendimin duyacağı rahatsızlığı düşünmemiştim. "bu kulaklara da ağız değilsiniz babalar.." diye iç geçirdim saf saf. sınıftakilerden biri, bi oyun tavsiye etti bana. "bu oyunda hiç toplum kuralı yok, bunu oyna bence." diye de ekledi. kahkaha attım. tasarlanmış bir simulasyon olabilirdi ancak mevzunun gelip dayanacağı yer, bir güzel salaklar fakültesinde. 

yapılan eşsiz(!) yorumlar, cevaplamama kesinlikle izin verilmeyen kilit sorular...ders bitmek üzereydi. hoca tarafından "başka adam bulamadın mı?" temalı bi azara maruz kaldıktan ve verdiğim " ben bire bir katılıyorum düşüncelerine Max Stirner'in. yanılmıyorsam seçim bize aitti ve saçma sapan bi rak grubu ya da fantastik bir dünya üzerine konuşma yapacağıma her ne kadar çaresizce de olsa bunu tercih ettim." yanıtıyla da edepsiz ilan edildikten sonra oturdum yerime..ders bitti.
sonuç olarak: devamsızlıktan kalmadım, yaptığım konuşmayı ben dışında hatırlayan kimse olmadığına eminim, hocanın beni mimlemesi(çohdapenisilvanya) dışında bi problem de yok..
ancak bi yerlerde kaybetmiş gibi hissediyorum...yenik bi durum bu.neyse. geçer.
zaten günler geçsin diye var.
selametle. haattii.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder